İnceleme Yazıları

           Roman İncelemeleri (Tahlil, yorum), başlık ve yazıların yer aldığı yayın organları, tarih (Künyeleri)

           Sevinç Çokum -”Güzlere Karışmış Bir Roman” Selim İleri’nin “Yarın Yapayalnız” adlı romanı hakkında…
Hürriyet Gösteri Sanat ve Edebiyat Dergisi, Mayıs 2005, Sayı: 270

           Sevinç Çokum- Elif Şafak’ın Romanı “Baba ve Piç” (1) romanı üzerine Halka ve Olaylara Tercüman Gazetesi , 7 Mayıs 2006
Sevinç Çokum- Elif Şafak’ın “Baba ve Piç” (2) romanı üzerine inceleme, Halka ve Olaylara Tercüman Gazetesi 10 Mayıs.2006

            Sevinç Çokum- “Harap Bahçelerin Sayru’su” Selim İleri’nin “Mel’un” isimli romanının tahlil ve yorumu… Varlık Dergisi, Haziran 2013

         Öykü İncelemeleri:
Sevinç Çokum- “İnsan Geçitleri” Ölümünün 70.Yılında Panait Strati Varlık Dergisi, Mayıs 2005

          Sevinç Çokum- “İki Ters İki yüz, Hayatı Dokur Gibi” Ayşe Sarısayın’ın Sait Faik Armağanlı öykü kitabı “Yorgun Anılar Zamanı” üzerine…  Hürriyet Gösteri Sanat ve Edebiyat Dergisi, Mayıs 2006 Sayı:280

            Sevinç Çokum- “Adalı Sinagrit” Necati Mert’in “Adalı Sinagrit” adlı kitabı üzerine bir yorum yazısı…   Gösteri Sanat ve Edebiyat Dergisi, Yaz 2007 Sayı: 290

          Sevinç Çokum- “Doğuştan Hikayeci” Şevket Bulut’un öyküleri hakkında…
İstanbul Art News Edebiyat Mart 2014

        Sevinç Çokum- “Önce İnsan Olmak Cesaretini Gösteren Bir Sanatçı-RODİN” Heykel Ustası Rodin’in sanatı ve hayatı üzerine bir inceleme…Gösteri Sanat ve Edebiyat Dergisi, Eylül 2006 Sayı.283

          Sevinç Çokum-”Işığı ve Gölgeyi Farketmek-1917′den Günümüze Foto Turan” Fotoğraf sanatı ve tarihe geçmiş bir fotoğrafhane…  Gösteri Sanat ve Edebiyat Dergisi, Şubat-Mart 2006 Sayı:278

Sancılı Toprak Kırım

         Kırım’ı anlatmak ciltlere sığmazdı aslında; ben bir ucundan tutmuş, otuz yıl önce Hilal Görününce adlı romanımı yazmıştım. Kırım Savaşı etrafında geçen romanda, bir Tatar ailesinin o topraklarda tutunma mücadelesini konu almıştım. Keşke devamını yazabilseydim, fakat Kırım öyle bir derya ki yazmağa gönüllenseniz, içinde kayboluyorsunuz. Şu günlerde yeniden Kırım’la doluyum. Olanlardan ötürü…

      USTA ROMANCI SEVİNÇ ÇOKUM STAR İÇİN YAZDI

      Kırım’ın bugün hala dünyada ve tarihimizdeki yerinin ülkemizde çok iyi bilinmediğini düşünürüm. Ben de üniversiteye gidinceye kadar Tatarlarla ilgili Beşiktaş Çarşı’sındaki dükkânında süt ürünleri satan Tatar amca dışında hiçbir bilgiye sahip değildim. Bu Tatarlar kimlerdi, Türkçe konuştukları halde neden onlara Tatar diyorlardı? Babam o zat  için, “Bunlar Kırım’dan gelmişler” derdi. Bizimle bağı neydi bu insanların; hiç bilmezdim. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde Kırım bahsini okurken  durgun havalarda Sinop Burnu’ndan ufka bakıldığında Kırım topraklarının göründüğünü öğrenmiştim. Kırım’ın geçit vermez yolu açıldığı sıralarda, 1991 yılı, bir  sempozyuma katılmak ve İsmail Gaspıralı’nın adını taşıyan parkın açılışı için ben de Kırım’da bulunuyordum. 1944 Sürgünü’nden yıllar sonra Sibirya bozkırlarından, Özbekistan’daki çileli  pamuk tarlalarından dönüp gelenler itile kakıla, işsiz aşsız küçücük evler inşa ediyorlardı. Orada rastladığım bir adam, iki göz odalı henüz bitmemiş evin duvarları etrafına ağaç dikiyordu. Ağaca terek diyordu ve terekler dikilmeden o ev, ev olmazmış. Bunu söyledikten sonra nerden geldiğimi sordu. Elimle öte yaka tarafını işaret ederek  “Karşıdan!” dedim. Bir durakladı, sonra anladı, yüzü aydınlanıverdi. Buradakiler Kıble’yi de İstanbul yönünü belirledikten sonra buluyorlarmış.

Hilal Görününce’deki Kırım

          Orada Kırım Milli Tatar Meclisi Başkanı ve “Yurda Dönüş Umudu” Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu da bizimleydi. Fakülte yıllarımda Mustafa Cemiloğlu’nun adını ara ara duyardım. 1944’teki Tatar sürgününde o henüz küçücük  bir sürgün çocuğudur. Fakat   üniversiteli bir gençken başladığı, kutsal saydığı mücadelesi, hayatı boyunca sürüp gider. Sesini çoğu zaman hapislerden duyurmuş,  açlık grevlerine girmiş bir yılmaz adam…  Hatta bir ara hayatını kaybettiği haberi yayılmış, haber,  onu bilenlerin içinde bir ezginlik yaratmıştı. Ben o sıralarda ünlü romancı Cengiz Dağcı’nın Varlık Yayınlarınca yayımlanan  kitaplarını okuyordum, Korkunç Yıllar, Yurdunu Kaybeden Adam, Onlar da İnsandı,  Badem Dalına Asılı Bebekler… Cengiz Dağcı da Kırım halkının yurduna hasretlerini anlatıyordu. Hilal Görününce’yi Kırım’ı görmeden yazmıştım, ilk olarak 1984’te yayımlandı. Elimdeki malzemeyle önsezilerimi birleştirince sanki oraların bir parçası oldum yazarken.

Taht kavgalarının merkezi

        Kırım Milli Merkezinin önderi merhum Müstecip Ülküsal’ın  Tatarlardan Türk-Tatar diye bahsettiğini hatırlatmak istiyorum. Onun “Kırım Türk -Tatarları” adlı kitabında da, neden bu ifadeyi kullandığına dair bilgiler dikkat çeker. Gerçi Ülküsal, çeşitli yabancı araştırmacıların ve Türkologların farklı açıklamalarına da yer vermiştir.  Ona göre Cengiz Hanın kurduğu imparatorluğun nüfusunun büyük bir kısmı Türk ve diğerleri Moğoldur. Ancak halkın bir süre Moğollara tabi olması sebebiyle Avrupalılar ve İranlılar onlara Tatar adını vermişlerdir.

        Sancılı topraklar evet, çünkü bu topraklar taht kavgalarının,  savaşların, sürgün ve göçlerin yaşandığı bir ayrılıklar diyarıdır. Cengiz Hanın ölümünden sonra torunu Batu Han tarafından kurulan Altın Orda gelişmiş namlı şehirleri, hareketli, ticarete elverişli  limanları, doğa güzellikleri, tarihî yadigârlarıyla gözde bir devletti. O sıralarda Ruslar küçük prenslikler halinde yaşıyor, Altın Orda Devletine vergi ödüyorlardı. Tatar akınları Rus Prensliklerine göz açtırmıyordu. Bu akınlarla ilgili bir kitap okumuştum, Tatarlar hazırlıklarını yapar, yeni ayın doğmasını beklerlermiş. Hilal göründü mü, atlarını sürerlermiş o taraflara doğru. Kırım Hanlığı işte bu Altın Orda Devletinin parçalanmasıyla ortaya çıkan hanlıklardan birisidir. Kıpçak bozkırlarını ve kuzey illerini kapsayacak kadar geniş topraklara sahip olan Kırım Hanlığının kurucusu Hacı Giray Handır. Fatih Sultan Mehmed, Cenevizlilerin deniz ticaretinde güçlenmeleri ve Karadeniz’in korunaksız duruma düşeceği kaygısıyla donanmasını Kırım limanlarına gönderir, oraları fetheder. Böylelikle Kırım Osmanlı Devletinin himayesine girmiştir. Kırım’ı o tarihlerde Giraylar soyundan Hanlar idare ediyordu.   Hanlar iyi bir savaşçı olarak yetişmenin yanında sanatla da bağları olan kişilerdi. Mesela şair ve bestekâr olan Bora Gazi Giray’ın şiirleri, bizim edebiyatımızda da bilinir ve okunur. Şu ünlü beytini hatırlayalım:

Râyete meyl ederiz kâmet-i dilcû yerine
Tuğa bel bağlamışız kâkül-i hoş bû yerine…

(Sevgilinin gönül çeken boyu bosu yerine, bayrağadır tutkunluğumuz. Yarin hoş kokulu kâküllerine değil, bayrağın at kılından yapılmış püskülüne sevdalıyız.) Bora Gazi Giray’ın ünlü bestesi “Mahur Peşrev” konserlerde, radyolarda çok çalınmış, ruhlarımıza işlemiştir.

Kırım bizden nasıl kopartıldı

       1774’teki Kaynarca Antlaşmasıyla önce Kırım’ın tarafsızlığı ve bağımsızlığı sağlanır. Böylece Osmanlıyla bağları kopan Kırım, 8 Nisan 1783’te Ruslar tarafından ilhak edilir. Tatarların inanç, örf ve adetlerine dokunulmayacağı, canları ve  mallarının güvende olacağına dair söz verilmişse de tam tersi olur. Osmanlı Devleti, Kırım Savaşına (1853-56) Rusya’nın büyük emellerini önlemek üzere İngiliz ve Fransız müttefikleriyle birlikte katılmıştır. Ancak savaşın galipleri arasında sayılsa da yaptığı harcamalar ve aldığı borçlar ileride büyük sıkıntılar doğuracaktır. 1917’deki Bolşevik ihtilali  sırasında Kırım Tatarları, başlarında Çelebi Cihan, Cafer Seydahmet Kırımer gibi büyük mücadeleciler olmak üzere kurultaylarını toplamış, istiklallerini ilan etmişlerdi. Fakat  bağımsızlık, Bolşeviklerin yeniden Kırım’a geldiği 1920 Kasımında son buldu. Sonrası yine sürgün ve acı…

ACIYLA BİLEYLENMİŞ İNSANLARIN YURDU

        Şimdiyse Ukrayna’dan sonra Kırım’da gelişen yeni olaylar, pekçok acaba’ları taşımakta. Rusya  asker gücüyle gelerek daha sonra zaten yoğun olan Rus nüfusuna güvenip,  Referandum yoluyla Kırım’a el koydu. Tatarların yasal olmadığı gerekçesiyle katılmadığı Referandum, haksız bir oldu bittiyi akıllara getirmiş oldu. Benim gözlemlerime göre, Tatarlar, sancılarla bileylenmiş insanlardır. Ayrıca aydın kişilerinin, fikir ve sanat insanlarının bolluğu ile öne çıkarlar. Ezilmeyi kabul etmeyen yapıları, çalışkanlıkları, yayın hayatındaki öncülükleri ile biliyoruz onları; büyük düşünce adamları yetiştirmişlerdir. Bunlardan İsmail Gaspıralı, “Dilde, fikirde, işde birlik” ilkesiyle bugünlere ve yarınlara seslenmiş, sabırla devam ettirdiği, Kırım Türkçesi ve İstanbul Türkçesi arasında bağlar kuran Tercüman Gazetesi bir gazete olmakla kalmamış, bir mektep niteliği kazanmıştır. Cafer Seydahmet Kırımer’den  Bekir Sıtkı Çobanzade’ye, Hasan Sabri Ayvaz’dan  Ahmet Özenbaşlı’ya, Prof. Osman Çokraklı’dan, İsmail Gaspıralı’nın kızı, gazeteci, kurultay milletvekili, pedagog  Şefika Hanıma, Müstecip Ülküsal’a ve  daha nicesine  uzanır bu zincir.

          Unutmadan; bu yıl TRT’de gösterilen Kırım Tatar Milli Meclisinin Türkiye temsilcisi Zafer Karatay’la eşi Neşe Sarısoy Karatay’ın gerçekleştirdikleri 1944 Sürgünü’nü anlatan belgesel, etkisi ve uyandırdığı ilgi bakımından övgüye değer bir yapımdı. Kırım’ın evlatları  her zaman ayakta durmalı ve dünyaya katkılarını sürdürmelidir. Geriye dönüp, tarih boyunca, büyük güçlerin neler için söz verip nerelerde o sözleri çiğnedikleri yeniden gözden geçirilmeli. Artık savaşların olmasını istemiyor yeni kuşaklar. Savaşlar, dünyayı eskitti; her yanından sarkıyor sökükleri, dünya güzelleşmek istiyor; yenilenmeyi…

Bedir Acar – Star Gazetesi Kültür ve Sanat Editörü
20.03.2014

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>