Arada Kalmış Tebessüm

”İDRAKLERİMİZ KARMAŞIK BİR BÜTÜNDÜR”

        Her romanında yazarlığını değil özgürlüğünü geliştiriyor Sevinç Çokum. Onun tereddütsüz kılıç hamleleri gibi ipeğe değen cümlelerini okudukça gönenirsiniz

       Nedir şimdi, şu yazarın çağına tanıklık etmek dedikleri şey. Bir görgü tanığı mıdır o? Suçu işleyen, suça karışan ya da yargıç koltuğunda oturan mı? Yoksa bütün bunların ötesinde, mahkeme sonuçlandıktan sonra, gazete haberlerine göz gezdirirken elindeki kahveyi keyifle yudumlarken haberden kurgular kuran, o kurgunun doyumsuz keyfiyle gerindikten sonra yazı masasına koyulan mı? Hangisi gerçektir? Yazarın kurgusu mu hayatın kurgusu mu? Sevinç Çokum son romanı Arada Kalmış Tebessüm’de her hali birden yüklenmiş yazar özne olarak çıkar karşımıza ve o keskin ve üzerine pek düşünülesi hükmü verir; “İdraklerimiz karmaşık bir bütündür” Söylemem gerekli. Her romanında yazarlığını değil özgürlüğünü geliştiriyor Sevinç Çokum. Onun tereddütsüz kılıç hamleleri gibi ipeğe değen cümlelerini okudukça gönenirsiniz. Kendi eteklerine dolanan çalılıklardan kurtulmuş, romanda sıkça vurguladığı ‘abukizm’ vasıtasıyla tersinden bir kuyu kazmıştır kendine. O kuyunun suları, saklı hazineleri, sesleri, tıpkı baskın roman kahramanları gibi gençlikleri kadar enerjileriyle de romana yayılmıştırlar. Durduğu yerden, kendisinin tanıklığını yapmak elbette cesaret ister ancak bu tek başına nedir ki? Asıl önemlisi, kurgunun içinden yeni bir hakikat çıkarabilmektir. Sevinç Çokum yıllarca birbirinin duvarı olmuş yakınlıkları çekiçleyerek yıkmaktadır bu romanında.

         ‘İnsanın ilk yaraları iz bırakır’, doğrudur bu. Lakin ilk yarayı çekip bulmak, onun karşısında soğukkanlılıkla konuşmak da az kolay iş değildir. İlk yara, Cumhuriyet tarihi boyunca, uçlarını Batılılaşma macerasında saklayan, nesiller arası bitmez çatışmadır. Çok sıradan kırılmalar bile kendi tarihselliğini, idraklerin karmaşık bütünlüğünde saklar. Yazarın, müziği, yaylı sazlar müziğini özellikle seçtiğini düşünebiliriz. Çünkü uyum en çok muhtaç olduğumuz ruhsal sığınaktır her zaman. Her bir sazın psikolojik karşılığını ve değerini düşünmek ise ayrı bir okuma yöntemi olarak bizi bekler. Müzikte sesler kadar sazlar da birbirine tahammül eder uyuşur değil mi?

       Kronolojik olmayan, yer yer sayıklama yer yer ayağa kalkmış büyük dinginlik içinde hayatın kapanmış sokaklarını sireniyle açan ortak ses gibidir romancının bakışı. Hatta bakışları. Tek bir göz içinde çoğul gözleri ve sesleri toplamıştır Sevinç Çokum. Bu yöntemiyle, romanın sayfalarında hissedilen, “kendisinden öncekini reddetmeme, sanatın birbirine zincirlenerek sürdüğünü düşünme ve taklitten kaçınma” fikri ısrarla ve tekrar tekrar güncellenir. Hayat sanat fikri değildir sadece doğayı olduğu kadar insanı ve zamanı da algılama yöntemidir. Manifestodur ‘abukizm’. Bizim mükemmel görünüşlü çürük tenekemize atılmış güçlü bir tekmedir. Varol Rozayla ana… Dün geçmiştir, ama Pareto’nun kuramları geçerlidir. Tortular türevleriyle içimizdedir. Ve bugün dünden miras çırpınmaktadır. Öyleyse yarının tortusu için gözleri açıp uyanmak gerekmektedir. “Yalnızca dağılmış olan taşların, yap-et parçalarının yerlerine oturtulması” için gerekelidir bu. Türkiye’nin parça parça olmuş insanları bir yandan “12 Mart Paşası, filesiyle kavun almış eve dönüyor”dur. Bir yandan türbanlı bir kız sevdi diye çocuklarını evlatlıktan reddetme çılgınlığına kapılmıştır birileri bir yandan da Leylaki Efendi ile Leyleki hazretleri arasında dönüp durmaktadır insanlar. Değişen Türkiye’nin çarklarına malzeme olmaktan kurtulamamaktadır. Oysa çıplak bozkırda “hayatın içinde kayıp birileri, yaşamış yaşamamış, bilinmeyecek” niceleri gelip geçmektedir.Gitmek de çaresizliktir bazen.

      Sevinç Çokum’un derdini; “Ayrılıklarımızı kabul etmeliyiz; kabul ettiğimiz zaman sorun kalmayacak belkiÖ” cümlesi özetler mi bilinmez ancak, roman boyunca, farklı insanlara ve dünyalara, buradan bakabildiğini söyleyebiliriz. Konuşan biraz da kendisi olabildikçe yüzü kızarandır çünkü. Türkiye’nin ortasında, insanı ve zamanı tam da can damarından tutacak sesi ve bakışı bulmuştur Çokum. Abukizm herkesin arkeolojisini aydınlatacak bir rehber olarak tartışılabilir. Kendisinden kalkan başka kime döner?

ÖMER ERDEM
RADİKAL KİTAP 15 OCAK 2010

 

Sevinç Çokum’un son romanı; “Arada Kalmış Tebessüm”, Türkiye’nin  on yıllık çalkantılı geçmişini masaya yatırıyor; ancak masanın etrafında 12  Mart’ların, 12 Eylül’lerin, 28 Şubat’ların hayaleti dolaşıyor.

          “Arada kalan sadece tebessüm değil.” diyor. Yakın tarihimizde bile çözülememiş nice hadise var. Roman kahramanlarının gerçekte de yaşadığına inanmak çok sık gelmez başımıza. Son cümleyi okuyup kitabı kapatmakla sonlandıramayız o hayatları, başka bir âlemde yaşamaya devam ederler, tanışlarımız artmış olur böylelikle, “Bir hayat kaç türlü yaşanır?” sorusuna verdiğimiz cevaplar da…

          Sevinç Çokum’un son romanı “Arada Kalmış Tebessüm” öyle işte, bir zamanlar  yaşamış, hâlâ yaşayan ya da yaşaması muhtemel insanların hikâyesi… Türkiye’deler üstelik, gerçek mekânlarda; İstanbul’da, Ankara’da, Yalova’da, Tunalı Hilmi Caddesi’nde, Beyoğlu’nda, Seyran Pastanesi’nde… Boğuştukları meseleler bizim meselelerimiz; 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, Ecevit Türkçesi, koalisyon hükümeti, ezilenler, yükselenler, depremler, kapkaçlar, değişen değerler, tavan yapan dolar, dibe vuran borsa… On yıllık geçmişimizi,  kuşatıcı, kavrayıcı, bütüncül bir bakışla anlatan yazar da “Her kitleyi ilgilendiren bir kitap yazdım.” diyor zaten. 1977 yılının 1 Mayıs’ında Taksim’de kopan patırtıya, kurşunların, panzerlerin altında kalan gençlerin acıklı sonuna şahit olduktan sonra iflah olmayan müzisyen Birol Morca’nın hali hangi ‘kitle’  için anlaşılmazdır ki! O günü sanki ‘paltosunun bir ucuyla peşisıra sürükleyen,  bir felakete bakarcasına açık, irileşmiş gözleri bir daha eski uyumuna dönmeyen’ bir Birol Dayı yok mu etrafımızda? Buna karşılık 12 Eylül darbesini olumlayan, üzerlerinden nice darbeler geçtiği halde ‘gece sırtlanları’ gibi hemen kalkıp doğrulan adamlar da var aramızda.

           Ülkeyi ilgilendiren bütün gündemlere değinmesine rağmen bir yakın tarih romanıyla karşı karşıya bulunmadığımızı peşinen söyleyelim. Yazar da uyarıyor zaten okuru; “Benimki bir fırça vurma gibi, Feda’nın elleriyle yaptığı resimler gibi, ne yalnızca siyaset, ne yalnızca yoksulluk; ama hepsinden birer renk var.” Feda kim? Filmin esas oğlanı, roman onun etrafında dönüyor, yazar toplumun bilinçaltını onun iç sesiyle duyuruyor. Feda, aynı zamanda Sevinç Çokum’dan da bir şeyler taşıyor; biraz ona benziyor, onun düşüncelerini dillendiriyor. Tam burada, artistin rol kestiğini unutan; mesela Erol Taş’a kötü adam muamelesi yapan o tuhaf ama yine de anlaşılır zihniyet kendini gösteriyor.

        ”Yazar, roman kahramanlarında kendini mi anlatıyordur aslında?” Cevabı düpedüz ‘evet’ olamayacak bir soru; ama peşinen ‘hayır’ denilemeyeceği de ortada. Sevinç Çokum  da “Arada Kalmış Tebessüm”de kendi hayatından kesitler bulunduğunu kabul ediyor. Kabak kemaneyi ilk annesinden duymuştur mesela, Beyoğlu tasvirleri çok ahicidir; çünkü orada bir süre yaşamıştır. Roman’da hatırı sayılır bir yer işgal eden Ankara’yı seversiniz; çünkü o da bir müddet çalıştığı ve dostlar edindiği bu şehri sevmiştir. Çalışma odasında duran Greta Garbo portresi roman kahramanlarından birine çok benzer ve çocukluğunun geçtiği Yalova, ortanca çiçekleri ve Ortanca Lokantası’yla yeniden dirilir romanda.

          Yaşanmışlık hissini duyurmak ve yakın tarihle ilgili bir belge bırakmak isteyen yazar, “Artık isimleri pek fazla saklamıyorum, değiştirmeye yönelmiyorum.” diyor. Roman isimleri, olayları ve mekânlarıyla çok sahici ve  aşina duruyor, eyvallah; ama şimdiye değin duyulmamış bir felsefe de icat ediyor; Abukizm… İlk kez bir önceki romanı ‘Tren Buradan Geçmiyor’da bir sokak çocuğunun ağzından duyduğumuz bu ‘abuk’ felsefeye Sevinç Çokum’un son sürprizlerinden biri gözüyle bakabiliriz. Romanda estirdiği özgür rüzgârlarla yeni yetişen nesli de sarıp sarmalayacağına inandığımız Çokum; “Ben bu felsefe sayesinde mizah yazabiliyorum, ironi yapabiliyorum, rahatça eleştirebiliyorum ve tarafsızlığımı koruyabiliyorum.” diyor.

Ülkü Özel Akagündüz
14 Şubat 2010 – Zaman Gazetesi -  Pazar Edebiyat

 

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>