Eserleri Hakkında

ESERLERİ HAKKINDA  İSTEDİĞİNİZ  ALT BAŞLIKLARA  TIKLAYIN !

ROMANLARINDAKİ ŞAİR SEVİNÇ ÇOKUM

                      İnsan felsefesi, insanı “sanat yapan varlık” olarak tarif eder. Sanat Felsefesi de bu tariften yola çıkar. İnsanı diğer canlılardan ayıran, Allah’ın insanoğluna verdiği bu özellikler sayesindedir ki fanî varlık âlemini biraz daha güzelleşir, biraz daha yaşanır ve katlanır hâle getirir… Sanat ve sanatçı bunun için çok önemli ve özel bir insandır.
“Yapıp eden ve bunun bir devamı olarak sanat yapan varlık olan insan/sanatçı olmasaydı dünyamızda hiçbir gelişme, düzen, intizam, güzellik olmazdı. Hiçbir medenî gelişme görülmezdi. İşte bu bağlamda güzel sanatlar içinde “edebiyat” sanatının değeri diğerleriyle kıyaslanamayacak kadar başkadır. Çünkü hiçbiri edebiyat kadar tek başına insanı, iç ve dış dünyasıyla kuşatamaz, ifade edemez. Bunun için Haşim’inUzak

Ve mâî gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz

          dediği şu fanî hayatı daha yaşanır kılan şairlere ve yazarlara çok şey borçlu olduğumuzu itiraf etmeliyiz. Bu bağlamda Sevinç Çokum’u Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı içinde ayrı ve müstesna bir yere koymamızı gerektiren sebepleri şöyle sıralayabilirim:
1. Türkçeyi ve Türkçenin ifade kabiliyetini zenginleştiren tutumu övgüye layıktır.
2. Zarif ve nezaketli üslûbuyla yakın dönem edebiyatımızın bir kısım kirli ve bayağı söylemlerinin dışında kalmış olması takdire şayandır. Bu bağlamda ayrıca her hangi bir politik saplantı, ideolojik ve güdümlü bir edebiyat yapmamış olması da takdirle karşılanmalıdır.
3. İlk romanı Zor (1977)’dan son romanı Gözyaşı Çeşmesi-Kırım’da Son Düğün (2017)’e kadar her romanda gerek konu gerekse de kurgu tekniği ve anlatım bakımından bir adım daha ileri giderek sanatını sürekli yenilemesi ve geliştirmiş olması onu, edebiyatımızda örneğine az rastlanır bir sanatçı yapar.
4. Eserlerinde “Göktürk Kitabelerinden – Behçet Necatigil şiirlerine kadar” Türk Edebiyatına dair bilgi ve kültür birikimini sanatçı kişiliğiyle birleştirmiş olması yine onu müstesna bir sanatçı yapmaktadır.
Çokum, hikâye ile sanat hayatına atılmış, bu arada az sayıda da olsa bazı şiirlerini Başkent Gazetesinde (1972) yayımlamıştır. Bunları ve başka bazı şiirlerini de bugün şahsi internet sayfasında yayımlamaktadır.
Sanatçı 1970’lerin sonlarından itibaren romana yöneldikten sonra hikâyeciliği ve şairliğinin romancılığının çok gerisinde kalmış olduğu görülmektedir. Hatta kaynakların çoğunda şairlik yönünden hiç bahsedilmez.
Çokum’un 1972 yılında Başkent Gazetesinde yayımladığı bazı şiirleri şunlardır:

KİM
Ürperir yalnızlığı sokakların
Dökülür mayıs karanlığı biteviye
Bir çığlıkta bölünür orta yerinden ilkyaz
Bu hüzün ne?
Bu tutsaklık niye?
Kim vuruyor sessizliğin kapılarını?
Sanki bin kişinin soluğu var içimde
Kâğıtlarda bulanık, belli belirsiz
Bu yağmur ne?
Bu korku niye?
Her gece aynı anda gelip de geçen tren
O uzun gülüşlerin ansızın çiğnenişi
Kim yakarır ellerime
Kaçak ve yorgun
Ne diye?

Sevinç Çokum
(13 Eylül 1972 Çarşamba, Başkent Gazetesi)

SAPLANTI
Gün ışığına dönememek korkusu değil bu…
Bezginliği yaşamanın, bitkin ve suskun.
O kadınlar bir çiçek ezilmişliği
Yaban düşlerinde belirsizliği kurtuluşun.

Planktonlar gibi durgun, kımıltısız
Avuçlarında örtülü dilsiz asırlar
Gece balçık, saplantı yüreklerinde
Hiçliğin ortasında güpegündüz o kadınlar…

Bir bakır aydınlığında tazelenen şarap
Eğik omuzların mermer soluğu
Kaldırır başını uykusundan bir yılan
O kadınlar kul gülümsemesinde kuşkulu…

Değiştiremeden zamanı yitirivermek
Anlamı yok morun, pembenin
Gün ışığına dönememek korkusu değil bu
Hep aynı çıkmaza yeniden dönmek…

Sevinç Çokum
(26Temmuz 1972, Başkent Gazetesi)

DÜN
Dün bir başlangıcın boğuluşu gözlerimizde
Aradıkça dumansı kıvrılır köşelere
Bakarsınız sereserpe çiçeklenmiş usulca
Hani kavgadan uzak
Üzgün bir bakış var ya…
Dün sessizce kaçıveren mavilik
Ağlayan bir çocuk hem yalınayak
Sevgiden yoksun mu büyüdük biz?
Nedir bulunmazlıkta tat bulmak…
Nedir kapalı camları kıran bu sağnak?
Bir yandan of bulutları gelir öteden
Tutunmak istersiniz yağmur çizgilerine
Anılar tel tel koparılmış
Zamanın yelesinden
Ellerimizin varlığında bu kayboluşlar neden?

Sevinç Çokum
(4 Ekim 1972 Çarşamba, Başkent Gazetesi)

               Çokum’un romanlarında yer verdiği şiirlerinin yayımlanmış olanlardan birkaç kat daha fazla olduğu dikkatimizi çekti. Âcizane teklifimiz şudur ki, bu şiirler sanatçı tarafından düzenlenerek yayımlanırsa bir şiir kitabı da ortaya çıkmış olacaktır.
Çokum, ilk dört romanında eserine şiirlerini yerleştirmek gibi bir tutumu yoktur. Bu durum Karanlığa Direnen Yıldız’dan itibaren görülmeye başlıyor. Bu eserle birlikte romanlarda bu şiirler bazen epigram olarak, bazen kurgunun bir parçası olarak metin içinde kullanmıştır.
Bu husus “metinlerarasılık” meselesi midir? Değil midir? Tartışılır. Çünkü onun Yunus Emre’den Behçet Necatigil’e, hatta anonim halk şiirine kadar (Türkü-mani-düzgü gibi) diğer edebî metinlerden yararlanmış olması doğrudan “metinlerarasılık” kuramının meselisidir. Oysa kendi şiirlerini romanlarında kullanması bizce daha farklı bir durumdur. Bu bize biraz türler arası geçişkenlik gibi gelmektedir ve bizde türler arasına kesin çizgiler koyulamayacağı fikrini uyandırmaktadır. Şahsî tecrübem olarak söylüyorum ki, gelişimine devam eden türler arasına kesin çizgiler konulamaz, yani bu türler kesin hatlarla ayrılamazlar.
Bizim asıl üzerinde duracağımız konu Çokum’un romanlarının gölgesinde kalmış şairliği ve bu eserlere yerleştirdiği şiirleridir. Bu şiirlerin romanlarda iki şekilde kullanıldığını görmekteyiz:

1. Epigram olarak romanların girişinde ve bölüm başlarında kullanılan şiirler,
2. Kurgunun bir parçası olarak metin içinde roman kişilerine söyletme şeklinde kullanılan şiirler.

1. Epigram olarak romanların girişinde ve bölüm başlarında kullanılan şiirler:
Zamanı gelince düşer
Ağaç kabuğu…
Ya da sen kazıyıp alırsın.
Altında parlak rengiyle
Yeni bir deri, hiç okunmamış.
Okursun…

S. Ç.
(Lacivert Taşı, giriş)

Hangi solfej çizgisinde kaldık?
İçimin noksan sayfalarını bir bilsen…
Geç oldu belki. Dışa vurum için.
Karşı çıkışlı bir şarkı olacak bu, olsun…

(Çok Yapraklı İlişkiler, s. 196)

Bir kıyıda buluşsak fırtınalar sonrası
Yıkansa dalgalarda içimiz dışımız, ne varsa kirlilerimiz
Aramızda toprak ve taş kadar yakınlık
Aramızda yağmur ve ırmak kadar iç içelik…

S. Ç. S.
(Sokak Çocuğu Sonsuz)
(Arada Kalmış Tebessüm, Epigram)

Savaş yılgını kahramanın gözleriyle bakardın
Hangi dünya sonlarına takılıydın gözlerin?
Ondan mıydı yüzündeki sonbahar
Tebessümlerin gün batımı?
Ondan mıydı bu kayboluşlar?

S. Ç. S.
(Sokak Çocuğu Sonsuz)
(Arada Kalmış Tebessüm, 24)

Eştim toprağı
Dünyanın merkezine doğru
Olmayanı buldum,
Olanı yitirdim.
Ellerim yandı
Onca kül bundan.

S. Ç. S.
(Sokak Çocuğu Sonsuz)
(Arada Kalmış Tebessüm, s. 68)

Rüzgâra ver saçlarını!
Tel tel, demet demet…
Ver ki dalgalansın içinde bir deniz…
Dağıtsın özleminin tohumlarını
Orda sabah, burda gece
Işıklansın…
Yıldızlarla güneş hep barışık değil mi?
Ver ki kavuşsun
Bir yaban at, öz ovasına

S. Ç. S.
(Sokak Çocuğu Sonsuz)
(Arada Kalmış Tebessüm, 103)

Bir çocuk neden hep yelkenli çizer?
Neden evler iki pencerelidir?
Trenler siyah?
Hep acele eder bacaların dumanı
Almış başını gider…
Eksik olmaz çöp adamlar, çöpçüler,
Tabii bir de simitçiler
Çocuk ressamların başkahramanları…

S. Ç. S.
(Sokak Çocuğu Sonsuz)
(Arada Kalmış Tebessüm, 131)

Suyun bir taşa çarpması gibidir başlangıç
Ve genç olmak…
Bir gonca anlaşılmayı diler sabaha karşı
Her beliren aydınlık,
Her doğan yavru,
Yeni sayfalardır yazılmayı bekler.

S. Ç. S.
(Sokak Çocuğu Sonsuz)
(Arada Kalmış Tebessüm, 147)

Şeylerimizle övünerek
Daima yüksekte, daima çoğalanı
Kaptık pençelerimizle
En güzel, en iri payı…
Kanatlandıkça yolundu en hassas
Yerimiz yerlerimiz.
Şeylerimizle övünerek
Boylandık boyutlandık
Etin yumuşak ve makbul yerini seçip
Öğrendik gümrah bir ormana dalmayı…

S. Ç. S.
(Sokak Çocuğu Sonsuz)
(Arada Kalmış Tebessüm, s. 190)

Say ki bir babadır kollar seni öteden
Ayna olur, suda kırılır, göz olur
Hayatın onun elinde açar yaprak yaprak
Yazılır satırların onun avuçlarına
Belki gözyaşı, ter ya da kanla…

S. Ç. S.
(Sokak Çocuğu Sonsuz)
(Arada Kalmış Tebessüm, s. 221)

Asıl söylediklerim müsveddelerde.
Buruşturulmuş kalpler,
Üslerine kar yağmış sevda delilikleri…
Menekşe soluğunda bir açımlık, bir ölümlük hayat.
Üstünde gezindiğim taşlar,
Kokladığım gece ve kucakladığım bulut…
Asıl söylediklerim yapraklarda ve dal uçlarında
Gövermiş ve açmakta olan ne varsa…

S. Ç. S.
(Sokak Çocuğu Sonsuz)
(Arada Kalmış Tebessüm, s. 254)

Ben uyurdum durulmuş denizlerde, sen ağlardın
Yüzün yoktu karanlıklarda, ağlardın…

S.
(Tren Burdan Geçmiyor, s. 7)

Çıkmazlardan geliyorum
Bir sevdiğim, bir özgürlüğüm…
Daha ne olsun?

S.
(Tren Burdan Geçmiyor, 28)

Aşkımı göğsümde taşıyorum dörde katlı bir mendil
Dörde katlı bir şiir…

S.
(Tren Burdan Geçmiyor, 43)

Sayıyorum tek tek pencereleri
Kapıları, ölüleri sayıyorum…

S.
(Tren Burdan Geçmiyor, 64)

Ne çok istedim abiler… Ne çok istedim âşık olmayı.
Hiç utanmadan söylemeyi
Aşkın en çıkmaz, sabit boyalı kelimelerini
Uzun belden aşağı saçları olan,
Manolya gibi bir şey diyesim var.
Ama ben manolya görmedim ki abiler…

S.
(Tren Burdan Geçmiyor, s. 76)

Bugün doğdum…
Bugün ölebilirim…

S.
(Tren Burdan Geçmiyor, s. 121)

Günlerden bir gündü, annemi hatırladım.
Neden bilmem patlamış mısır kokusu muydu?
Bir isli lamba, bir kırık sürahi, bir kararık tencere
Annemi hatırladım…

S.
(Tren Burdan Geçmiyor, s. 171).

Böyle yitik değildi eskiden
Çıkardı karşımıza olmadık bir yerde
Upuzun bir tren…
El sallardınız
Hiç görmediğiniz yüzlere
Öylesine bizden…

N.
(Tren Burdan Geçmiyor, s. 182).

Bacaklarından tutulup tersine tersine
Halk pazarlarında dolaştırılan,
Tavuklar gibi henüz diriyken
Mangallara hazırlandım.

S.
(Tren Burdan Geçmiyor, s. 201).
Maria… Narin, sarı nergis!
Güneş değil, sanki senin yüzün doğdu. (Gözyaşı Çeşmesi, 7)

Çadır Dağ dumanlı ve karlı
Akmescit’in dalgın bir ânı;
Akşama karıştım Canay atımla
Gündüzüm güneşim uzakta kaldı. (Gözyaşı Çeşmesi, 80)

Bir yürük at gönderdim alnı sekmeli
Sevdiğimi getirecek öteli ovalardan
Gün ışığıyla sarmaş dolaş ikisi ve deli
Tazelikler saracak ortalığı çiçek burcundan (Gözyaşı Çeşmesi, 163)

Geceye gizlendikçe gölgem
Aslım ortada yazık ki…
Sensin büyüyen kalbimin kuyusunda
Dilara… Şifa çiçeği. (Gözyaşı Çeşmesi, 242)

Eksilen nedir bizde, sahip oldukça
Sahiplik ne ki, rehindedir her şey
Gam kadehini doldururlar sen içtikçe
Yoksa kimi bekler bu uzun ve boş masa? (Gözyaşı Çeşmesi, 291)

Bugün sevdiğim geldi!
Tanrı hediyesi bir kuş gibi geldi.
Tatlı bir yaz rüzgârınca hafif
Yeşeren buğdaylar kadar taze,
Sevdiğim geldi! (Gözyaşı Çeşmesi, 328)

Güneşim söndü…
Ihlamurlar, ardıçlar ferahlatmıyor Dilara
Hoş kokulu çiçeklerimiz bilmem ki nerede?
Belki diyorum açarlar
Bir gün yine…
Bahçesaray’da… (Gözyaşı Çeşmesi, 397)

2. Kurgunun bir parçası olarak metin içinde roman kişilerine söyletme şeklinde kullanılan şiirler:
Deli Zamanlar’da ben anlatıcının okuduğu şiir:

Akşamın garipliği kol geziyor yine.
Yine silahlı köşebaşları
Yağmurlar kurşunî… Ben dolunay arıyorum gökte
En irisinden en sarısından
Boşu boşuna, bir dolunay
Bu sönmüş gecenin bekçisiyim ben
Akşamın garipliği kol geziyor yine.

(Deli Zamanlar, s. 106)
Lacivert Taşı’nda roman kişilerinden Selvi Bey’in defterinden okunan aşk şiirleri:

Kiraz ağaçları çiçek açtığı gün
Gök daha mavi
Sevgilim daha soyunuk ve daha berrak…
Okuyabilirim aşkımı
Bana gergefte işlediği kalbidir ince iplikle
Üstüne konmuş kelebeğin uzun uzun dinlediği
Açıp kapayarak
Nakışlı kanatlarını.
(Lacivert Taşı, s. 77)

Ağaçlar söndü
Guguk kuşu ötmez oldu
Belli ki akşam lacivert harmaniyesiyle geliyor
Bahçedeki kızıl karanfilin
Kat kat entarisinin içine gizlendi.
Ancak kokusu hâlâ duruyor
Akşamla buluştuğu yerde
Onu göremiyorum
Ama varlığı içinde. O ben oldum, ben de o… (Lacivert Taşı, s. 78)

Çok Yapraklı İlişkiler’de Yamaç’ın bir şarkı sözlerini bir kâğıda not ettiği görülmektedir:
Sen gidince kuşlar da gitti…
Karanlığa resim yapmak gibi bir şeydi.
Boş bir çöldü artık kalbim…
Bitmiş günün artıklarıydı topladıklarım

Oysa ne yıldırımlar vurabilirdi seni
Ne de artarda seller…
Dizlerinin üstüne çöktün sen
Ahlat ağacım, ahlat ağacım. (s. 307′de bu dörtlük tekrarlanmıştır.)

Güneşi uğurladık yapbozcuların istilasıyla
Umutsuzluk tohumları ekiyorduk ya,
Ne çıkacak bu hoyrat ellerin toprağından?
Çekilmiş bir kapının sessizliği şimdi içim.

Hangi solfej çizgisinde kaldık?
İçimin noksan sayfalarını bir bilsen…
Geç oldu belki. Dışa vurum için.
Karşı çıkışlı bir şarkı olacak bu, olsun…

(Çok Yapraklı İlişkiler, s. 291)
Tren Burdan Geçmiyor romanında Sokak Çocuğu Sonsuz’un okuduğu şiirler dikkati çekmektedir:

Ne çok istedim âşık olmayı
Ne çok istedim çocuk olmayı
Ne çok istedim küçük bir evim, bir bahçem olsun,
Bir köpeğim, bir de tavşanım…
Tavşanımın mavi pembe tüyleri, köpeğim bir de…
Kara olsun rengi bahtım gibi
Ne çok istedim abiler ne çok istedim âşık olmayı
Hiç utanmadan söylemeyi
Aşkın en çıkmaz, sabit boyalı kelimelerini…
Uzun, belden aşağı saçları olan,
Manolya gibi bir şey diyesim var.
Ama ben manolya görmedim ki abiler…
Manolya nerde bulunur hiç bilmem ki…
Ama bildiğim, han şiirlerden, romanlardan bildiğim manolya
Beyazın da beyazı bir çiçek…
Çıkmazlardan geliyorum ben çıkarlardan değil!
En sapa olmazlardan
En iğreti köprülerden
Nayeti ben de insanım demeye bile yüzüm yok…
Çıkmazlardan geliyorum.
Bir sevdiğim, bir de özgürlüğüm…
Bu iki nimet… Daha ne olsun?
Bazen çocuk gibiyim uçuk ve beyaz…
Elimde hercai menekşeler aç.
Bazen yaşlı ve sapık, ellerim düğmelerimde
Nesli tükenmiş bir hayvan gibi inliyor,
Sürünüyorum yokuşlarda.
Arıyorum orda burda yârimi, radikal durumlardan ötürü.
Dekolte bir romanın sayfalarındayım mazuratım var. (maruzatım)
Acılara mazur (maruz) kaldım, yanlızım yanlızım ben. (yalnızım)
Anlımdadır bakışların ve okların… anlımdadır (alnımdadır) kurşunların…
Kaldırımlara yaydım her bir şeyimi…
Ölene dek böyleyim.
Cıvata vida değilim ki değiştirileyim?
Gezginiyim gecelerin siyahtır rengim.
Petrol, nefti, mor, toprak rengi…
Taştır, asfalttır dostum, gelip geçen kaygan ışıklar…
Gecenin çalgıları, bağırtılar her telden
Geceye sıkılan mermiler serseri, başıboş…
Gezginiyim gecelerin.
Aşkımı göğsümde taşıyorum dörde katlı bir mendil…
Dörde katlı bir şiir… Bir çöp varilinin kıyısında
Genzimi yakan ekşimik kokuyu içime çekerek
Egzoz dumanında tükenerek,
Kedi tırmığı geceleri üzerime örterek
Aşkımı göğsümde taşıyorum.
Kötü bir düş ertesi sevgilimin yokluğu ve uzaklığı
Asfalta yazıyorum bu sevdayı, uzayıp gitsin boylu boyunca
Dolaşsın tekmil illeri, köyleri
Asfalta yazıyorum.
Saçlarını tarıyorum gecenin, yakasını ilikliyorum her bir köşenin
Sayıyorum tek tek pencereleri, kapıları, ölüleri sayıyorum
Aşkları bir de.
Gelip geçiyorum yıldız sağanağı gibi halkımın gözlerinden,
Ayrılıklara destan
Sana şarkı
Halkıma bir uzun hava…
Bir şeyler bırakıyorum
Hiçbir varlığım olmasa da aşkımın ve özgürlüğümün dışında
.
(Tren Burdan Geçmiyor, s. 80-82).

Ne çok istedim abiler… Ne çok istedim âşık olmayı…
Hiç utanmadan söylemeyi
Aşkın en çıkmaz, sabit boyalı kelimelerini
Uzun belden aşağı saçları olan,
Manolya gibi bir şey diyesim var.
Ama ben manolya görmedim ki abiler…
Manolya nerde bulunur hiç bilmem ki…
Ama bildiğim, hani şiirlerden, romanlardan bildiğim manolya
Beyazın da beyazı bir çiçek…
Ben o manolyayı yakama takıyorum her gece
Hiç solmuyor abiler… Ne çok istedim,
Nayeti ben de bir insanım…
Nayeti bir canlı, hakkım değil mi güzel şeylere dokunmak?
Öyleyse neden ellerim, neden gözlerim?

(Tren Burdan Geçmiyor, s. 210)

Günlerden bir gündü annemi hatırladım.
Neden bilmem patlamış mısır kokusu muydu?
Şuralardan buralardan tüten bir şeyler
Bir isli lamba, bir kırık sürahi, bir kararık tencere
Annemi hatırladım.
İri mi iri ekmek lokmamla
Yoğurtlu ıspanağa uzanan küçücük ellerim
Sırtımı okşayan birileri yok.
Nalet bir soğuk, o biçim rütübet, rütübetin ciğer deleni.
Üşüyordum. Yattığım yere düşler girmiyordu.
Yollar ıslaktı, ceketim su geçiriyordu üstelik
Yollara birikmiş sularda annemi arıyordum.
O küçük aynalara düşmüyordu gülüşü annemin.
Şuralardan buralardan tüten bir şeyler
Şarkılar, sövmeler, yedi kat eller
Anlıma anlıma vuruyordu bir şeyler
Kar mı düşüyordu yüzüme, yağmur mu?
Bir resim çiziktiriyorum kolilerin üstüne,
Annemi…

Karda senin de üşürdü ellerin
Sobaya iki odun daha atardın.
Alevler büyürdü dil dil
Ben uyurdum durulmuş denizlerde sen ağlardın.
Yüzün yoktu karanlıklarda ağlardın.

(Tren Burdan Geçmiyor, s. 96-97, 215’te bir kısmı tekrar ediliyor.).

Roman kişilerinden Gazeteci Nüzhet’in ağzından okunan şiir:
Böyle yitik değildi eskiden
Çıkardı karşınıza olmadık bir yerde
Upuzun bir tren…
El sallardınız.
Hiç görmediğiniz yüzlere.
Öylesine bizden.

İstasyonlar hüznün şiiri
Yolcular ıpıslaktı.
Bir yağmur bulutunca gelirdi insan yüküyle
Bir yağmur bulutunca ağlardı.
Giderdi bir mercan köşkün içinden,
Kâğıttan yıldızları, yaldızdan etekleriyle…

Şimdiyse gökdelenler, fabrikalar…
Ve daha bilmem neler…
Şehrin boyası silindi. O resmi yapmıyoruz demek ki…
Hattın uzağındayız artık.

(Tren Burdan Geçmiyor, s. 199-200).

Sokak Çocuğu Sonsuz’un ağzından söylenen başka bir şiir:

Kağşadım ben abiler
Güneş erken vurdu tenime. Don vurdu zamansız.
Döktüm her bir çiçeğimi, İstanbul’un ibne sokaklarında
Saf ve cengâver yanım kalmadı.
Satır vurulmuş kanatlarıma bir kez
Bacaklarından tutulup tersine tersine
Halk pazarlarında dolaştırılan
Tavuklar gibi henüz diriyken.
Mangallara hazırlandım, aşüfte ellerde bir zaman
Nayeti ben de insandım
Ben de insandım abiler…

(Tren Burdan Geçmiyor, s. 205).

Karanlığa Direnen Yıldız’da Asaf’ın okuduğu şiir:

Ben nedametlerle dolu cellat, duygusuz hokkabaz
Yedi bıçak yapacağım çok keskin
Ve hedef tutarak en derin yerini aşkının
Saplayacağım bütün onları
Saplayacağım bütün onları soluyan kalbine

(Karanlığa Direnen Yıldız, s. 63).

Karanlığa Direnen Yıldız romanının başkişisi Feridun Ümit Yaşar’ı çağrıştıran bir şiir mırıldanır:

Deniz kıyılarında sana uzaktan bakmayacağım…
Bizi kara asfaltlar ayırmayacak kör olayım.
Nerde olsam bulacağım seni…
Yorgun gövdem aramaktan usanmayacak

(Karanlığa Direnen Yıldız, s. 139

Hiçbir şey anlamlı değil
Söylenmemiş söz,
Yazılmamış sayfa kadar…
Çünkü ne zemine
Ne de zamana sığar
O büyük engin duygu.
Sanki yelken açmış bir tekne
Yalnızlığın beyaz kumaşından
Bir çalkantılı suda tek başına,
Gider de gider.
Sanki karanlığa direnen bir yıldız,
Güçlü ve parlak
Geleceğe tutkun, geleceği bekleyen
Hiçbir şey anlamlı değil
Söylenmemiş söz
Yazılmamış sayfa kadar

(Karanlığa Direnen Yıldız, s. 270, 293, 303)

              Bu şiirlerin neredeyse tamamı ölçüsüz – kafiyesiz serbest nazım şekliyle kaleme alınmıştır. Şiirler, dikkatle okunduğunda I. ve II. Yeni şiirinden; Cahit Sıtkı ve Necatigil’den izler taşıdığı açıkça görülür.
I. Yeni şiirindeki gibi açık ve yalın bir üslupta olanlar yanında, II. Yeni şiirinin anlamı kapalı soyut imgelerinden de izler taşıyan şiirler de dikkati çekmektedir.
Sokak çocuğunun dünyası dolaysız ve yalın bir üslupla sokağın diliyle verilmektedir. I. Yeni şiirindeki gibi yer yer argoya kaçarak kurgulanmış bir kişiliğe şiir söyletmesi yazarın yine kurgu tekniğiyle ilgili olduğu gibi kendi şair yönünü de gösterir:

Kağşadım ben abiler
Güneş erken vurdu tenime. Don vurdu zamansız.
Döktüm her bir çiçeğimi, İstanbul’un ibne sokaklarında
Saf ve cengâver yanım kalmadı.
Satır vurulmuş kanatlarıma bir kez
Bacaklarından tutulup tersine tersine
Halk pazarlarında dolaştırılan
Tavuklar gibi henüz diriyken.
Mangallara hazırlandım, aşüfte ellerde bir zaman
Nayeti ben de insandım
Ben de insandım abiler…

(Tren Burdan Geçmiyor, s. 205).
Yazarın şair tipi gence şiirinin kimin şiirine benzediğini söyletmesi de ilginç bir yaklaşım tarzıdır. Yine Feridun 27 Mayıs İhtilali sonrasının karanlık bir gecesinde şu şiiri okur:

Hiçbir şey anlamlı değil
Söylenmemiş söz,
Yazılmamış sayfa kadar…
Çünkü ne zemine
Ne de zamana sığar
O büyük engin duygu.
Sanki yelken açmış bir tekne
Yalnızlığın beyaz kumaşından
Bir çalkantılı suda tek başına,
Gider de gider.
Sanki karanlığa direnen bir yıldız,
Güçlü ve parlak
Geleceğe tutkun, geleceği bekleyen
Hiçbir şey anlamlı değil
Söylenmemiş söz
Yazılmamış sayfa kadar

(Karanlığa Direnen Yıldız, s. 270, 293, 303)
Bu şiirde de dikkat edilirse II. Yeni şiirini andıran somuttan soyuta kaçan bir söyleyiş hâkimdir:

Yalnızlığın beyaz kumaşından
Bir çalkantılı suda tek başına
Veya
Hangi solfej çizgisinde kaldık?
İçimin noksan sayfalarını bir bilsen…
Geç oldu belki. Dışa vurum için.
Karşı çıkışlı bir şarkı olacak bu, olsun… (Çok Yapraklı İlişkiler, s. 291)

Bu mısralardaki soyut imgelerin “bilinçaltı” ile ilgili olduğunu da şair Çokum, ayrıca vurgulamaktadır.

Karanlığa Direnen Yıldız romanının başkişisi Feridun, Ümit Yaşar’ı çağrıştıran bir şiir mırıldanır:

Deniz kıyılarında sana uzaktan bakmayacağım…
Bizi kara asfaltlar ayırmayacak kör olayım.
Nerde olsam bulacağım seni…
Yorgun gövdem aramaktan usanmayacak

(Karanlığa Direnen Yıldız, s. 139

              Gayet tabii olarak bu şiirlerin temleri elbette yer aldıkları romanların konuları ve kullanıldıkları bağlama göre şekillenmiştir. Bunun için romanlara paralel bir şiir külliyatı oluşmuştur diyebiliriz.
Yine dil ve anlatım konusu da romanlarla paralellik göstermektedir. Söyleyen öznenin kimliği ve kişiliğine göre dil ve üslup değişmektedir. Buna Sokak Çocuğu Sonsuz’un şiirindeki kendine has konuşma dilini gösterebiliriz:

Arıyorum orda burda yârimi, radikal durumlardan ötürü.
Dekolte bir romanın sayfalarındayım mazuratım var. (maruzatım)
Acılara mazur (maruz) kaldım, yanlızım yanlızım ben. (yalnızım)
Anlımdadır bakışların ve okların… anlımdadır (alnımdadır) kurşunların..
.
(Tren Burdan Geçmiyor, s. 80-82).

Çokum’un şiirleri, sesli okunduğunda daha belirgin olarak görülmektedir ki hitabet tonunda ve üslubunda bir söyleyişe sahiptirler. Yer yer lirik söyleyişler de kendini göstermektedir. Bu lirik söyleyişlerden birine örnek olması bakımından son romanı Gözyaşı Çeşmesi – Kırımda Son Düğün’den romanındaki mısralarla sözlerimi sonlandırayım:

Maria… Narin, sarı nergis!
Güneş değil, sanki senin yüzün doğdu. (Gözyaşı Çeşmesi, 7)

Çadır Dağ dumanlı ve karlı
Akmescit’in dalgın bir ânı;
Akşama karıştım Canay atımla
Gündüzüm güneşim uzakta kaldı. (Gözyaşı Çeşmesi, 80)

Bir yürük at gönderdim alnı sekmeli
Sevdiğimi getirecek öteli ovalardan
Gün ışığıyla sarmaş dolaş ikisi ve deli
Tazelikler saracak ortalığı çiçek burcundan (Gözyaşı Çeşmesi, 163)

Geceye gizlendikçe gölgem
Aslım ortada yazık ki…
Sensin büyüyen kalbimin kuyusunda
Dilara… Şifa çiçeği. (Gözyaşı Çeşmesi, 242)

Eksilen nedir bizde, sahip oldukça
Sahiplik ne ki, rehindedir her şey
Gam kadehini doldururlar sen içtikçe
Yoksa kimi bekler bu uzun ve boş masa? (Gözyaşı Çeşmesi, 291)

Bugün sevdiğim geldi!
Tanrı hediyesi bir kuş gibi geldi.
Tatlı bir yaz rüzgârınca hafif
Yeşeren buğdaylar kadar taze,
Sevdiğim geldi! (Gözyaşı Çeşmesi, 328)

Güneşim söndü…
Ihlamurlar, ardıçlar ferahlatmıyor Dilara
Hoş kokulu çiçeklerimiz bilmem ki nerede?
Belki diyorum açarlar
Bir gün yine…
Bahçesaray’da… (Gözyaşı Çeşmesi, 397)

               Çokum’un bu şiirinde de yine egemen duygu acı ve hüzün. Zaten estetikçilerin çoğuna göre de sanatın temelinde hüzün vardır. Çokum da zavallı kadınların, gençlerin, çocukların şiirini yazmıştır.

              Sevinç Çokum Hanımefendiye, Türk kültür, dil ve edebiyatına katkılarından dolayı teşekkürlerimi sunuyorum. Daha nice eserler vermesi dileğiyle uzun ömürler diliyorum.
Bu toplantıyı düzenleyenlerin de yüreğine sağlık diyor, teşekkürlerimi sunuyorum.

DOÇ.DR RAMİS KARABULUT
NİĞDE ÖMER HALİS DEMİR  ÜNİVERSİTESİ

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>